24 Şubat 2008 Pazar

Günler

Bir kaç kelime üzerine kurmak gerekir yazıyı
Neden böyle başladım bu kez?
Yolum mu buydu?
Sanki çok mu severdim kalem ile kâğıdı?

Düzenim yitmiş yine. Belki yine kendimi arıyorumdur. Bir bardak çayın içinde ya da bir huzme ışık içinde veya bir önemi var mı? Nefes aldığımı sandığım her yerdeyim işte!

Düz bir yazı olsun bu. Gerçekten düm düz! Satırlarımda kaybolmayayım bu kez. Ama başka bir sarhoşluktur yazmak. Çok az kişi bilir mürekkeple sarhoş olmanın güzelliğini, o renkli, çeşit çeşit kâğıttan mezelerin lezzetini… Hem dinen de bir sakıncası yok. Ahh! Pardon ama bu da toplumdan topluma değişir değil mi? Kiminin Tanrısı izin verir, kimininki kızar. Veya ilk önce izin verir sonra kızar… Ve nedense buna da hep insan karar kılar!

Ne yazayım bu kez? Konu çok mu önemli? İlle de bir şey mi lazım kaleme yön versin. Ya da mecbur mu kalem ille de bir şeye vursun. Uzanmak zorunda mı kader kâğıdın üstüne… Sevmek mi gerek veya kendine dert edinmek mi?

Konu da yok işte! Kendimi arıyorum ben de yokum? Çalsalar da kapımı açmıyorum artık. Kimler mi? Fark etmez! Dostlar, kendini dost sananlar, Aşk çarşafına dolanmış kendinde haberi olmayan mahlûkatlar…
Biraz böyle takılalım. Hüznüm gülsün yüzlere, gözlerim biraz daha takılsın gönlümü cebren ve hile ile fethedenlere (Yoksa kendi açtığım kapıdan girenlere mi demeli?)
İçimde herkes kendi çalsın oynasın bakalım. Bir gün toparlana bilirim belki. Belki bir gün eve dönerim. Bir fincan çayla dostlara yardım ederim. Umutlarımı kâğıttan mendillere yazar gökyüzüne hediye ederim. Tanrı görsün isterim ve kendi zamanında bir gün hepsini okusun…

0 Comments: